Sanatçı Mabel Matiz, birkaç yıl önce Konya’da Hz. Mevlana’nın türbesini ziyaret eder. O esnada iki ‘hayranı’ yanına gelir ve fotoğraf çektirmek ister. Matiz kibarca yapılmış teklifi kabul eder.
Bir süre sonra, çekilen ve sosyal medyada paylaşılan bu fotoğrafın altına kendisi hakkında yapılan aşağılayıcı homofobik yorumu görür... Yorumu yapan da fotoğraf çektiren sahte hayranı...
Matiz de yorum yapar ve kısaca şöyle der:
“...Tuhaf hissettirdi... Dün bulunduğumuz yerin özelinde düşündüğümde fazla düşüncesiz, kalpsiz ve tutarsız buldum bu hali. Belki çok uzun süredir ilk defa içim cız etti. İsterim ki; öncelikle kendi benliğinizi sevip ona saygı duyun. Dünyadaki yerinizi bulmak için daha faydalı kelimeler kullanın. Size ait olmayan ezbere bilgilerle yürümeyin. Sevginin karşısında diliniz de kalbiniz gibi tertemiz kalsın. Bilerek konuşun. İsterim ki Mevlana’nın kapısına neden gittiğinizi bilerek gidin!”
Son bir haftadır okuduğum haberlerde, izlediğim tartışma programlarında Matiz’in temennisinden eser yoktu…
Medyanın umarsızlığını, sosyal medyanın hangi konuda olursa olsun üslubundaki ölçüsüzlüğü, siyasetçilerin işine geleni duyup işine gelmeyene sessiz kalmasını, yargının tutumunu daha da önemlisi bir sanatçının densiz, bir akademisyenin çağ dışı sözlerine kilitlenmiş medyanın durumunu anlamaya çalışsam da….
***
Çünkü hikayemiz hep aynı. Değişmiyor. Ortamı bulandırmak isteyenlerin ya da kutuplaşmayı derinleştirenlerin sözleri, sosyal medya yalanları, kışkırtıcı ifadeler görüş, haber, bilgi diye hala medyada yer bulabiliyor.
Medya neden ülkeyi bir an önce kaosa sürüklemek için fırsat kollayanlara, birbirlerini hedef gösterenlere, aşağılayanlara, yok sayanlara, tehditkar demeçlere, nefret söylemini körükleyen açıklamalara itibar eder ki?
Şunu mu istiyoruz acaba; Ülke karışsın, iç savaş çıksın, insanlar birbirini öldürsün. Hatta ülke parçalansın, olmadı, haritadan silinsin. İnsanlar mülteci durumuna, canının derdine düşsün, Topraksız, vatansız, dilsiz, bayraksız kalsın. Kan gövdeyi götürsün.
Kim bilir belki ancak o zaman bir vatanın, cumhuriyet çatısı altında yaşamanın, demokrasinin, inanç ve düşünce özgürlüğünün, hukukun, devlet adamlığının ya da toplum olma bilincinin ne demek olduğunu anlarız.
Tam da bu nedenle medya haber yaparken öncelikle şu soruya yanıt vermeli.
Biz yaratılmak istenen kutuplaşmayla niyeti bozuk bir amaca mı hizmet etmek istiyoruz yoksa içinde bulunduğumuz bu gergin ortamdan bizi çıkartacak değerleri her defasında hatırlatarak demokrasinin ve hukukun olmazsa olmaz olduğuna vurgu yapan haberlere mi ihtiyaç duymalıyız?
O halde bu çağa yakışmayan, radikal bir düşünceye davetiye çıkartan bir üniversite hocasının “namaz kılmayan öldürülür” ifadesini laik bir ülkede defalarca “tartışma” konusu yapmaktaki amaç nedir?
***
Ekranlarda bir grup gazeteci ve akademisyen hararetle tartışırken, konu başlıkları ekrandan büyük puntolarla akıyor: “Namaz kılmayan öldürülür mü?” “Kimisi ‘dövülür” kimisi ‘öldürülür’ iddiasında”, “Namaz kılmayan öldürülür hangi hadiste geçiyor?”
Böyle sorumsuz bir habercilik olabilir mi? Yani Kuran’da ve hadiste geçiyorsa ne olacak? Kılmayanları öldürmek normal mi karşılanacak? Bizim gibi toplumlarda tartışma konusu neyle ilgili olursa olsun toplumların sorunu ya da konuyu kavrayışı, görünenin dışındaki bilgisine bağlıdır. O tartışmaların başarı ya da başarısızlığını belirleyen de budur. İlk anda yarattığı etkidir.
Medya elbette yargının insanları kin ve nefrete teşvik eden ifadelere yaklaşımını ya da bu düşüncelere sahip insanların eğitim kurumlarında hala nasıl görev yaptığını, kamuoyunun tepkilerini sorgulayabilir, haber yapabilir. Ama böyle bir düşünceyi tartışmaya açmamalı. Ya bunu belli bir kesim ciddiye alır, kılmayanı öldürmeye kalkarsa medya böyle bir fikri tartışmaya açmanın sorumluluğunu taşıyabilecek mi? 21. yüzyılda, 100 yıllık Cumhuriyet ülkesinde öldürmeyi “Doğru mu değil mi?” diye sorgulamak laik bir ülkede aşırılığı meşrulaştırmak değilse nedir? Üstelik inanç, din ve mezhep farklılığından kaynaklanan nefrete dayalı ayrımcılığı suç sayan bir ülkede yaşadığımız halde.
***
Kısacası; medya neyi kiminle nasıl tartıştığına dikkat etmek zorunda. Bir ülkenin geleceği konusunda herkesin bir fikri olabilir ama amaçlanana ulaşmak için kullanılan araçların korkutucu olabileceğini de unutmayın. Demagogların bir kez daha sahneye çıktığı çağımızda, özellikle de Atatürk’ün tarihe yazılmış bir karakterden neden daha fazlası olduğunu unutursanız, modern dünyanın nasıl çalıştığı hakkında bize öğretecek çok şeyi olanların bir daha sesini duyamayacağımız bir yere doğru da savrulabiliriz.
Bir süre sonra, çekilen ve sosyal medyada paylaşılan bu fotoğrafın altına kendisi hakkında yapılan aşağılayıcı homofobik yorumu görür... Yorumu yapan da fotoğraf çektiren sahte hayranı...
Matiz de yorum yapar ve kısaca şöyle der:
“...Tuhaf hissettirdi... Dün bulunduğumuz yerin özelinde düşündüğümde fazla düşüncesiz, kalpsiz ve tutarsız buldum bu hali. Belki çok uzun süredir ilk defa içim cız etti. İsterim ki; öncelikle kendi benliğinizi sevip ona saygı duyun. Dünyadaki yerinizi bulmak için daha faydalı kelimeler kullanın. Size ait olmayan ezbere bilgilerle yürümeyin. Sevginin karşısında diliniz de kalbiniz gibi tertemiz kalsın. Bilerek konuşun. İsterim ki Mevlana’nın kapısına neden gittiğinizi bilerek gidin!”
Son bir haftadır okuduğum haberlerde, izlediğim tartışma programlarında Matiz’in temennisinden eser yoktu…
Medyanın umarsızlığını, sosyal medyanın hangi konuda olursa olsun üslubundaki ölçüsüzlüğü, siyasetçilerin işine geleni duyup işine gelmeyene sessiz kalmasını, yargının tutumunu daha da önemlisi bir sanatçının densiz, bir akademisyenin çağ dışı sözlerine kilitlenmiş medyanın durumunu anlamaya çalışsam da….
***
Çünkü hikayemiz hep aynı. Değişmiyor. Ortamı bulandırmak isteyenlerin ya da kutuplaşmayı derinleştirenlerin sözleri, sosyal medya yalanları, kışkırtıcı ifadeler görüş, haber, bilgi diye hala medyada yer bulabiliyor.
Medya neden ülkeyi bir an önce kaosa sürüklemek için fırsat kollayanlara, birbirlerini hedef gösterenlere, aşağılayanlara, yok sayanlara, tehditkar demeçlere, nefret söylemini körükleyen açıklamalara itibar eder ki?
Şunu mu istiyoruz acaba; Ülke karışsın, iç savaş çıksın, insanlar birbirini öldürsün. Hatta ülke parçalansın, olmadı, haritadan silinsin. İnsanlar mülteci durumuna, canının derdine düşsün, Topraksız, vatansız, dilsiz, bayraksız kalsın. Kan gövdeyi götürsün.
Kim bilir belki ancak o zaman bir vatanın, cumhuriyet çatısı altında yaşamanın, demokrasinin, inanç ve düşünce özgürlüğünün, hukukun, devlet adamlığının ya da toplum olma bilincinin ne demek olduğunu anlarız.
Tam da bu nedenle medya haber yaparken öncelikle şu soruya yanıt vermeli.
Biz yaratılmak istenen kutuplaşmayla niyeti bozuk bir amaca mı hizmet etmek istiyoruz yoksa içinde bulunduğumuz bu gergin ortamdan bizi çıkartacak değerleri her defasında hatırlatarak demokrasinin ve hukukun olmazsa olmaz olduğuna vurgu yapan haberlere mi ihtiyaç duymalıyız?
O halde bu çağa yakışmayan, radikal bir düşünceye davetiye çıkartan bir üniversite hocasının “namaz kılmayan öldürülür” ifadesini laik bir ülkede defalarca “tartışma” konusu yapmaktaki amaç nedir?
***
Ekranlarda bir grup gazeteci ve akademisyen hararetle tartışırken, konu başlıkları ekrandan büyük puntolarla akıyor: “Namaz kılmayan öldürülür mü?” “Kimisi ‘dövülür” kimisi ‘öldürülür’ iddiasında”, “Namaz kılmayan öldürülür hangi hadiste geçiyor?”
Böyle sorumsuz bir habercilik olabilir mi? Yani Kuran’da ve hadiste geçiyorsa ne olacak? Kılmayanları öldürmek normal mi karşılanacak? Bizim gibi toplumlarda tartışma konusu neyle ilgili olursa olsun toplumların sorunu ya da konuyu kavrayışı, görünenin dışındaki bilgisine bağlıdır. O tartışmaların başarı ya da başarısızlığını belirleyen de budur. İlk anda yarattığı etkidir.
Medya elbette yargının insanları kin ve nefrete teşvik eden ifadelere yaklaşımını ya da bu düşüncelere sahip insanların eğitim kurumlarında hala nasıl görev yaptığını, kamuoyunun tepkilerini sorgulayabilir, haber yapabilir. Ama böyle bir düşünceyi tartışmaya açmamalı. Ya bunu belli bir kesim ciddiye alır, kılmayanı öldürmeye kalkarsa medya böyle bir fikri tartışmaya açmanın sorumluluğunu taşıyabilecek mi? 21. yüzyılda, 100 yıllık Cumhuriyet ülkesinde öldürmeyi “Doğru mu değil mi?” diye sorgulamak laik bir ülkede aşırılığı meşrulaştırmak değilse nedir? Üstelik inanç, din ve mezhep farklılığından kaynaklanan nefrete dayalı ayrımcılığı suç sayan bir ülkede yaşadığımız halde.
***
Kısacası; medya neyi kiminle nasıl tartıştığına dikkat etmek zorunda. Bir ülkenin geleceği konusunda herkesin bir fikri olabilir ama amaçlanana ulaşmak için kullanılan araçların korkutucu olabileceğini de unutmayın. Demagogların bir kez daha sahneye çıktığı çağımızda, özellikle de Atatürk’ün tarihe yazılmış bir karakterden neden daha fazlası olduğunu unutursanız, modern dünyanın nasıl çalıştığı hakkında bize öğretecek çok şeyi olanların bir daha sesini duyamayacağımız bir yere doğru da savrulabiliriz.